14 Mart 1879 yılında dünya yeni bir döneme girmek üzereydi. Almanya’nın Württmberg Krallığına bağlı olan Ulm kasabasında, dünyanın şimdiye kadar gördüğü en zeki insan doğdu. Albert Einstein, Elektrotechnische Fabrik J. Einstein ve Cie şirketinin sahibi olan Hermann Einstein’in oğludur.
Annesi Pauline Koch, klasik müzik hayranı ve iyi bir Katolik kadındı.
Albert Einstein, babasının amcası ile kurduğu ve doğru akım ile çalışan elektrikli cihazların satıldığı fabrikanın bulunduğu yere, ailesi ile birlikte taşındı.
İçe kapanık bir yapıya sahip olan Albert Einstein, iki yaşına kadar konuşmadı. Konuşma yeteneğine iki yaşında kavuşsa da, yaşıtlarıyla bir arada oynamayı ve onlara konuşmayı sevmezdi.
Ailesi Ashkenazi Yahudilerindendi. Ancak ailesi onu modern bir tarzda yetiştiriyordu. Beş yaşına geldiğinde ailesi onu, Münih’te bulunan bir Katolik ilkokuluna gönderdi. Çocukluğunun üç yılını bu okulda geçirdi.
Albert Einstein ‘nın Zorlu Eğitim Hayatı
Albert einstein 8 yaşına geldiğinde, Münih’te bulunan Luispold Gymnasium’da eğitim görmeye başladı. Ortaokul yıllarının geçtiği bu okul, günümüzde Albert Einstein Gymnasium olarak da bilinir. Yedi yıl boyunca bu okulda eğitim görmeye devam etti.
Einstein ailesi için zorlu günler başlıyordu. 1894 yılına gelindiğinde, babasının ve amcasının ortak olduğu ve doğru akım ile çalışan elektrikli cihazları üreten fabrika, çok önemli bir ihaleyi kaybetti. Münih şehrinin aydınlatma ihalesi olan bu iş alınsaydı, belki de ailenin kaderi başka yönde değişecekti.
Bu olaydan sonra mali açıdan sıkıntıya düşen fabrika iflas etti ve satışa çıkarıldı. Aile yeni bir gelir arayışına girdi. İlk önceleri İtalya Milano’da umutlarını aradılar. Aile burada kalırken, Albert Einstein eğitimini tamamlamak için Münih şehrinde kaldı.
Babası onun iyi bir elektrik mühendisi olmasını arzu ediyordu. Ancak Einstein, bulunduğu okuldan ve Almanya’nın eğitim sisteminden memnun değildi. Yaratıcı düşünceye inanıyordu ve mevcut eğitim sisteminin katılığının, yaratıcı düşünceyi öldürdüğünü düşünüyordu.
Eğitim gördüğü okullarda, bu düşüncesi nedeniyle okul yöneticileri ile sürekli çatışma yaşıyordu.
Albert einstein 15 yaşına geldiğinde İtalya’daki Pavia şehrine, yani ailesinin yanına geldi. Burada amatör olarak ilk makalesini yayımladı. “On the Investıgation of the State of the Ether in a Magnetic Field” adlı bu makale de manyetik alandaki Ether gazının durumunu inceliyordu. Kısa bir makale olmasına rağmen, dâhinin ilk gelişimi açısından önemliydi.
Her ne kadar okul onun için sıkıcı olsa da, fizik ve matematik alanlarında olağanüstü bir performans gösteriyordu. Daha 12 yaşındayken, Cebir ve Öklid geometrisi konularını, kendi kendine öğrendi. Bu yaşlarda bağımsız olarak, Pisagor teoreminin ispatını yaptı. Albert Einstein ‘ın aile öğretmeni Max Talmud, ona bu yaşlarda bir geometri kitabı hediye eder. Dahi bu kitabı, kısa bir sürede bitirdi. Öğretmeni dâhinin bu zekası karşısında hayran kalır ve ona ders vermeyi bırakır. Nedeni ise artık ona öğretecek bir şeyinin kalmamasıdır.
Ona göre matematik, doğanın bir dilidir ve bu şekilde değerlendirildiğinde ancak anlaşılabilir. 14 yaşına geldiğinde matematik alanında özellikle, integral ve diferansiyel konularında tam bir uzman olmuştu. Hesaplamaları kolaylıkla yapabiliyordu.
Artık Albert Einstein, 16 yaşındadır ve Zürih’te bulunan İsviçre Federal Politeknik üniversitesine giriş sınavlarına katılır. Genel olarak başarılı olamaz. Ancak matematik ve fizik sorularında, büyük bir başarı gösterir. Ortaokul eğitimini tamamlamak için Argov Kanton adı verilen okula gider ve burada orta eğitimini tamamlar.
Kanton ortaokulunda okuduğu sıralarda Jost Winteler adlı profesörün evinde kalır. Bu dönemde ise profesörün kızına aşık olur.
Tarihler Ocak 1896 yılını gösterdiğinde genç albert einstein , Alman Württemberg Krallığındaki vatandaşlığını sonlandırır. Bu kararı almasındaki neden, askere gitmek istememesidir.
Buraya kadar Albert Einstein eğitim hayatı oldukça zorludur. Ancak işler bu noktadan sonra değişmek üzeredir.
Albert Einstein evleneceği kadın ile tanışıyor…
İsviçre’de bulunan Swiss Matura bitirme sınavlarında, matematik ve fizik alanında üstün bir başarı gösterir ve 6. Derece ile bu dersleri vermeyi başarır. Diğer dersleri de kötü değildir. Diğer derslerini de iyi notlarla geçer.
Genç dahi 17 yaşındadır ve Zürih şehrinde bulunan Politeknik okulunda dört yıl sürecek olan matematik ve fizik alanlarında diploma programlarına katılır. Bu yıllarda ileride dâhinin eşi olacak olan Sırp kökenli Mileva Maric, Politeknik okuluna kaydını yaptırır.
Matematik ve fizik bölümünde 5 erkek öğrenci vardır ve altıncısı ise Mileva’dır. Birkaç yıl sonra Albert Einstein ve Mileva iyice yakınlaşırlar ve arkadaşlıkları aşka dönüşür. İki aşık çoğunlukla, ortak alanları olan matematik ve fizik kitapları okuyorlar ve üzerinde tartışıyorlardı.
1900 yılında dahi, fizik ve matematik sınavlarının hepsini başarı ile verir ve Politeknik Federal diplomasını alır.
Albert Einstein okul başarısızlığı: Bir şehir efsanesi
Albert Einstein hiçbir zaman okuduğu okullarda başarısız olmadı. Tüm dersleri başarılı olmasa da ortalama olarak geçerdi. Ancak matematik ve fizik dallarını hariç tutabiliriz. Çünkü bu iki derste, olağanüstü başarılar gösteriyordu.
Herkesin bildiği ve şehir efsanesi olan başarısız bir öğrenciydi tezi tamamen yanlıştır. O yalnızca mevcut olan sistemi sıkıcı buluyor ve işe yaramayacağını düşünüyordu. O zaman ki eğitim sistemi, katı ve oldukça disiplinliydi ve hayal gücünün gelişmesine izin vermiyordu. Albert Einstein en çok da eğitim sisteminin bu yönünü eleştiriyordu.
Patent Bürosu Memuru Albert Einstein
1900 yıllarında üniversiteden mezun olan Albert Einstein, asistanlık pozisyonu için başvuruda bulundu. Ancak üniversite hocalarını kızdırması nedeniyle, hiçbir hocası ona asistanlık vermedi. İstediği derslere giriyor ve birçok dersi kaçırıyordu. Aslında sıkıldığı derslere girmek istemiyordu.
Bu yüzden birçok profesörden olumsuz yönde tavsiye mektubu almıştı. Üniversitede kalma hayali suya düşen Einstein, 2 yıl boyunca umutsuzca iş aradı.
Bir ara hayat sigortası satmaya çalıştı. Bu yıllarda oldukça umutsuzdu ve bir ara depresyona girmişti.
Ta ki üniversiteden sınıf arkadaşının babasının ona Bern Patent ofisinde bir iş ayarlamasına kadar.
Patent ofisinde 7 yıl kadar asistan müfettiş olarak çalıştı. Buradayken aslında oldukça rahattı. Hatta düşüncelerini geliştirme fırsatı buldu ve birkaç tane makale yayımladı. Gelen patentleri inceliyor ve bilgisini artırıyordu.
Patent ofisinde çalışırken doktorasını tamamlama fırsatı buldu. Aynı zamanda sonradan değeri fark edilecek ve dünya çapında sansasyon yaratacak üç ayrı makale hazırladı.
İlk başlarda makaleleri fark edilmeyen Albert Einstein, daha sonraları, makalelerini Max Planck’ın keşfetmesi ile büyük bir üne kavuşacaktı.
Patent ofisinde hazırladığı önemli çalışmalar…
Albert Einstein, patent ofisindeki yıllarında 5 adet bilimsel çalışma hazırladı ve bunların hepsini Annalen der Physik adlı dergiye gönderdi. Bu dergi, o zamanının en önemli bilimsel yayınlarından bir tanesiydi.
Kuantum fiziğine en büyük katkıda bulunduğu çalışması, o yıllarda bu dergide yayımlandı. Bu çalışmada, ışığın dalgalar halinde yayıldığını ve aynı zamanda parçacık olarak hareket ettiğini savunuyordu. Aynı zamanda bu çalışma dâhiye, Nobel Fizik ödülünü kazandıran çalışmadır.
Bir başka çalışmasında ise Brown Hareketi olarak da bilinen olgunun kuramsallaştırılmasıydı. Bu olguya göre bir polenin, neden bir bardak suda batmadığını anlamaya ve anlatmaya çalışmıştı. Çözüm olarak da, polenin su molekülleri tarafından hareket ettirildiğini ispatlamıştı. Bu çalışması ile aynı zamanda moleküllerin varlığını da ispat etmiş oluyordu.
Dâhinin belki de dünya çapında ses getiren ve birçok kişi tarafından bilinen çalışması, Özel Görelilik Kuramıdır. Bunu Genel Görelilik Kuramı takip etmiştir. Özel Görelilik Kuramına göre; uzayda sabit hızın, yalnızca ışık hızı olduğunu savunuyordu. Işığın haricinde, uzay zaman kavramını da bu teoride açıkladı ve kanıtladı. Ayrıca uzay zamanın kişiye göre de değiştiğini savundu.
Bir diğer önemli çalışması da, kütle ve çekim kuvveti ile ilgili olandı. Kütle ve enerjisinin tamamen birbirleri ile bağlantılı olduğunu keşfetti. Tarihe geçecek olan; E = mc² formülünü de bu keşiften yola çıkarak buldu. Burada “E” enerji, “M” kütle ve “C” ışık hızını ifade ediyordu. Bu keşfin en önemli tarafı, çok küçük kütleye sahip olan bir maddede bile potansiyel olarak muazzam enerjinin bulunduğunu ortaya çıkarmasıdır.
Zürih üniversitesinde dahi bir profesör
Tarihler 1909’u gösterdiğinde, Albert Einstein yayımladığı yazılarından dolayı artık ünlü birisi olmuştur ve birçok bilim insanının dikkatini çekmiştir. Patent bürosundaki yedi yılının sonunda, buradan ayrılmış ve Bern Üniversitesinde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Bir süre öğretmenlik görevini sürdüren dahi daha sonra Zürih Üniversitesine profesör olarak atanır. Kendisine kuramsal fizik kürsüsü atanmıştır.
Dâhinin Evlilikleri
Üniversiteden arkadaşı olan Maric ile Einstein Ocak 1903 tarihinde evlenirler. İlk çocuklarının adı Hans Albert’tir ve 1904 tarihinde dünyaya gelir. 1910 Temmuzunda ise ikinci çocukları dünyaya gelir. Bu çocuk da erkektir. Eduard ismini koydukları çocuk Zürih kentinde dünyaya gelmiştir. İkinci çocuklarının dünyaya gelmesi ile birlikte Einstein ailesi Berlin şehrine taşınır.
Ancak Albert Einstein kadınlara düşkündü ve evliyken kuzeni Elsa ile romantik bir ilişki yaşıyordu. Karısı bu durumu öğrendi ve çocuklarını da yanına alarak Zürih şehrine döndü. Bu şekilde 5 yıl boyunca ayrı yaşadıktan sonra boşandılar.
Çiftin ikinci çocuğu olan Eduard, 20’li yaşlarda akıl hastalığına tutuldu. Doktorlar ona şizofreni tanısı koymuştu ve hastalık başladıktan sonra bir türlü düzelmedi. Annesi öldüğünde ise akıl hastanesine yatırıldı ve ömrünü burada tamamladı.
Einstein, kuzeni Elsa ile 1919 yılında evlendi. Evliliklerinin ilerleyen yıllarında çift, Amerika’ya göç ettiler. 1935 yılında ise Elsa kalp ve böbrek yetmezliği hastalığına yakalandı. 1936 yılının Aralık ayında da öldü.
Albert Einstein ve Bilimsel Kariyeri
1908 yılında artık bir bilim insanı olarak Albert, tanınmış birisiydi. Zürih üniversitesinde elektrodinamik ve görelilik kuramı üzerine bir konuşma yaptı. Alfred Kleiner, bu konuşmadan çok etkilendi ve kendisine fizik öğretim üyeliği teklifinde bulundu. Albert Einstein bu teklifi kabul etti ve önce doçentliğe, ardında da profesörlüğe yükseldi.
1911 yılında Prag’da bulunan Alman Charles-Ferdinand Üniversitesinde profesörlüğe atandı. Bu tarihler Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun vatandaşlığını kabul etti. Askerliğe karşı olduğu için Alman vatandaşlığından çıkan Einstein, 5 yıl boyunca vatansız olarak yaşadı.
Charles-Ferdinand üniversitesinde kaldığı süre boyunca 11 önemli bilimsel eser kaleme aldı. Bu eserlerin hepsi de katıların teorisi ile ilgiliydi. Ayrıca radyasyon matematiği üzerine beş adet önemli eser yazdı.
1912 Temmuzunda Zürih üniversitesine tekrar dönüş yaptı ve 1914 yılına kadar da burada, teorik fizik profesörü olarak görev yaptı. Ayrıca üniversitede analitik mekanik ve termodinamik alanlarında ders verdi. Yakın arkadaşı olan matematikçi Marcel Grossman ile birlikte ortak çalışmalar yaptı. Ortam mekaniği ve ısı molekülleri ile ilgili zor problemleri, bu bilim adamı ile birlikte çözmeye çalıştı.
Yaptığı çalışmalar ve üniversitelerdeki başarılarından dolayı 3 Temmuz 1913 yılında Prusya Bilim Akademisi üyesi olarak kabul edildi. Bu yıllarda Max Planck ve Walther Nernst kendisini ziyaret geldi. Gelmelerindeki amaç ise Kaiser Wilhem Fizik Enstitüsüne direktör öğretim görevlisi olarak çalışmasını istemeleriydi. Almanya’da kurulan Enstitüye girmeyi kabul etti. Aynı zamanda kendisi de Almanya’ya dönmek istiyordu. Bu kararında, kuzeni ve aynı zamanda aşık olduğu kadın olan Elsa’ya yakın olma isteği etkili olmuştur.
1 Nisan 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı çıktı. Enstitünün kurulması savaş nedeniyle gecikse de, dâhinin öncülüğünde 1 Ekim 1917 tarihinde gerçekleşmiştir.
Akademik kariyerindeki belki de en önemli olay, genel görelilik kuramının deneysel olarak da kanıtlanmış olmasıdır.
29 Mayıs 1919 yılında Sir Arthur Eddington, tarafından güneş tutulması gözlemi ile Albert Einstein ’ın teorisi resmen kanıtlanmış oldu. Güneş tutulması sırasında, güneşin etrafında bulunan ışıkların bir miktar kaymış olması, uzay zamanın kütle çekiminden dolayı büküldüğü anlamını taşıyordu. İşte o meşhur genel görelilik kuramı bu şekilde ispatlanış oldu. Zaten dahi teorisinde bu ayrıntıya dikkat çekmişti. Aslında belirli bir kütlesi olan cisimlerin uzayda çekilmediğini ve uzay zaman dokusu tarafından itildiğini fark etmişti. Nesne ne kadar büyük olursa, kütle çekimi de o kadar büyük oluyordu ve bu durum uzay zaman dokusunda esnemeye yol açıyordu.
Albert Einstein bu teorisi ile aynı zamanda kara delik olgusunu da açıklamıştır. Kara deliklerin kütle çekimleri o kadar büyüktür ki, uzay zaman dokusunda yırtıklara neden olurlar ve bu kütle çekiminden ışık bile kaçamaz.
7 Kasım 1919 tarihinde İngiltere’nin en çok okunan gazetesi olan Times, bu buluşu büyük puntoları ile manşetlere taşımıştı.
Artık dâhinin ünü bütün dünya tarafından biliniyordu. 1920 yılında Hollanda Kraliyet Sanat ve Bilim Akademisine, yabancı üye olarak kabul edildi. 1922 yılında ise Teorik Fizik alanında Nobel Ödülü almaya hak kazandı.
1925 yılında ise Royal Society Copley madalyası kendisine verildi.
Albert Einstein ’ın Yurtdışı Seyahatleri
2 Nisan 1921 yılında yurtdışına ilk seyahatini yapar. New York şehrine yaptığı ziyaretinde, belediye başkanı John Francis Hylan onu özel olarak karşılar. Burada üç hafta süresince kendisi adına düzenlenen resepsiyonlara ve konferanslara katılır.
Columbia ve Princeton Üniversitesinde katıldığı konferanslar, katıldığı konferanslardan yalnızca ikisidir.
İlk defa dahi Amerika’da Beyaz Sarayı ziyaret eder ve kendisine Ulusal Bilim Akademisi temsilcileri eşlik eder.
Daha sonra Amerika’dan Avrupa’ya geçer. Avrupa’da kendisine İngiliz siyasetçi ve felsefeci olan Viscount Haldane eşlik eder. Albert Einstein ’ın Avrupa’daki entelektüel sınıf ile tanışması bu zamanda olur. King’s College London’da verdiği konferans ile bu kesimi, kendisine bir kere daha hayran bırakır.
1922 yılında ise yurtdışı gezilerinin durağı bu sefer Asya ve Filistin olur. Asya gezi programı altı ay kadar sürer. Bu gezinin en son durağında ise Japonya imparatoru ile tanışma fırsatı bulur. Japon sarayında, imparatorun yanında verdiği konferansı, binlerce kişi izler.
Japon halkı ile ilgili izlenimlerini, oğluna yaptığı bir mektupta dile getirdi ve Japonların saygılı, mütevazi ve çalışkan olduklarını belirtti.
Yurtdışına yaptığı gezi programı nedeniyle 1922 yılında, Stockholm kentinde düzenlenen Nobel Fizik Ödülü’ne katılamadı. Ancak ona vekil olarak bir Alman diplomat konuşma yaptı.
Asya gezilerinden sonra Filistin’e giden Albert Einstein , burada ingiliz fizik profesörü olan ve aynı zamanda Sir unvanı bulunan Herbert Samuel’in evinde kaldı. Filistin’de Albert Einstein adeta bir devlet başkanı gibi karşılandı.
1923 yılına gelindiğinde dahi, iki haftalık İspanya ziyaretinde bulundu. XIII Alfonso kendisine İspanyol Bilim Akademisi üyesi diploması verdi.
İkinci dünya savaşının arifesinde Hitler, gücünü giderek artırıyordu. Bu dönemlerde, Alman olmayan herkes tutuklanmaya ve esir kamplarına gönderilmeye başlandı. Özellikle Yahudi halkına karşı büyük bir nefret duyan Hitler, birçok kişiyi gaz odalarını göndermiştir.
Albert Einstein bu dönemlerde yurtdışı seyahatlerini tamamlamış ve Amerika’ya dönmüştü. Bu gelişmelerden haberi vardı ve Almanya’ya dönme imkanı kalmamıştı.
Amerika’da 1933 yılında California Teknoloji Enstitüsüne profesör olarak atandı. Buradaki görevi yalnızca iki ay kadar sürdü.
O ve eşi daha sonra gemi ile Belçika’ya doğru yola çıktı. Yolculukları sırasında, Nazilerin tüm mallarına el koyduğunu öğrendi. Bunun üzerine Alman konsolosluğuna gitti ve resmen vatandaşlıktan çıktı.
Bir süre nereye gideceğini ve nerede çalışacağını bilmeden zaman geçirdi. Daha sonra Belçika’da birkaç aylığına kalacağı evi kiraladı. 1933 yılında eski dostlarından birisi olan İngiliz komutan Oliver Locker-Lampson onu kişisel olarak evine davet eder. Bunun üzerine İngiltere’ye doğru yola çıkar.
Burada müttefiklerin komutanı ve aynı zamanda İngiltere’nin başbakanı olan Winston Churchill ile tanışır. Albert Einstein bu dönemlerde Almanya’da yaşayan Yahudi bilim adamlarının, Almanya’dan tahliyesi için çalışmaya başlar. İlk ricasını da Winston Churchill’e yapar.
Daha sonraları birçok ülkenin başkanlarına mektup yazar ve aynı ricayı tekrarlar. Aynı yıllarda, dönemin Türkiye’de ki başkanı olan İsmet İnönü’ye de mektup yazar ve Almanya’da zor durumda olan Yahudi bilim adamlarına iş vermesini ister.
Albert Einstein ’in çabaları sonucunda, Türkiye’de dahil olmak üzere, o dönemlerde 1000’den fazla Yahudi bilim adamı kurtarılır ve önemli üniversitelerde uygun pozisyonlara yerleştirilirler. İlk başlarda Türkiye’deki bilim adamlarının sayısı fazla olsa da, bu bilim adamlarının Türk vatandaşlığına geçmeleri ile birlikte, bazı sorunlar ortaya çıkar. Bunun nedeni ise Türk hükümetinin yabancı statüsünde olan bilim adamlarına verdikleri birçok hakları, vatandaşlıktan sonra geri almasıdır.
Bu yüzden birçok Yahudi bilim adamı Amerika’ya gitmek zorunda kalır. Albert Einstein ’da o dönemlerde, mülteci statüsü ile Amerika’ya göç eder ve daha sonra vatandaşlığa geçer.
Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsünde Bir Dahi…
Daha öncesinden kendisine yapılan teklifi, şartları da değerlendiren Albert Einstein kabul eder. Böylelikle Princeton Üniversitesi’nde çalışmaya başlar. 1940 yıllarına gelindiğinde; Harvard, Yale ve Princeton başta olmak üzere, birçok Amerikan üniversitesinde, birçok Yahudi bilim adamı bulunuyordu.
Princeton üniversitesinin teklinin yanı sıra, Albert Einstein ’a dünyanın birçok üniversitesinden teklif gelmişti. Ancak o hangisini kabul edeceğini bilemiyordu. En sonunda, Amerika’da kalmaya karar verdi ve Amerika’da ki üniversitenin de teklifini kabul etti. Tarihler 1935’i gösteriyordu.
Yeni bir savaş ve yeni bir proje
1939 yılında başlayan İkinci Dünya Savaşı, birçok kişinin ölümüne yol açmıştır. Bundan daha korkunç olan şey ise o dönemlerde, Atom Bombası araştırmalarının başlamasıdır. İlk olarak Naziler bu konu ile ilgilendi.
Nükleer çalışmalar aslında ilk olarak 1896 yılında Fransız fizikçi Henry Becquerel ile başlar. Fizikçinin laboratuvarında radyoaktiviteyi keşfetmesi ve geliştirmesi ile birlikte hızla gelişme sağlandı. İlk olarak 1911 yılında ilk atom bombası denemeleri yapıldı.
Atom bombasının yıkıcı gücü ise ikinci dünya savaşının bitmesine neden olan, Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde kendisini göstermiştir.
Metalurji Projesi adı verilen bir proje ile atom bombasının fiziksel olarak yapılabilmesinin önü açılmıştır. İtalyan bilim adamı Enrico Fermi ilk defa ve taslak olarak bu proje yardımıyla Atom bombasını yapmıştır.
Albert Einstein, Atom bombası ile ilgili yapılan çalışmaları yakından takip ediyordu. Bu çalışmalar, kendisini endişeye düşürüyordu. Dahi gerçekleştiğinde kitlesel ölümlerin yaşanacağını öngördüğü bu projelere karşı çıkmıştır.
Kendisine Amerika ve Naziler tarafından yapılan tüm teklifleri geri çevirmiştir. Bu konudaki endişelerini, dönemin Amerika başkanı olan Roosvelt’e bir mektupla dile getirmiştir. O dönemde Atom enerjisi ile ilgilenen Naziler, Amerika’nın çabuk davranması ile birlikte, kendi projelerini hayata geçirememişlerdir.
Amerika, İngiltere ve Fransa ile birlikte “Manhattan Projesi” adı verilen bir proje üzerinde çalışmıştır. Bu proje kapsamında incelenen Atom enerjisinin gücü, daha sonra ikinci dünya savaşında kullanılacaktır. İlk olarak proje kapsamında, Meksika’da bulunan Los Alamos’da, dönemin ünlü fizikçilerinden Oppenheimer başkanlığında, Plutonyum ve saf Uranyum’dan 50’şer kilo kadar üretilmiştir.
1945 yılında başlayan “Manhattan Projesi” 40 kadar laboratuvar ve 200 binden fazla bilim adamının çalışmasıyla birlikte kısa sürede meyvelerini vermeye başladı.
Projenin ilk denemeleri, Meksika’nın Alamagor bölgesinde yapıldı. İlk denemenin ürünü olan ve Fat Man (Şişman Adam) olarak adlandırılan Atom Bombası prototipi, kontrollü bir şekilde patlatıldı. Ortaya çıkan yıkım ise muazzamdı. İlk olarak denen bombadan önce, dönemin Amerika başkanı Harry Truman, Japonya’ya Atom bombası ile saldırı yapılması fikrini düşünüyordu. Savaşın sonuna doğru bu fikir gerçeğe dönüşecekti.
Aslında Japonya’ya atılan bombanın gerçek nedeni, Pearl Harbor olayı değildir. Başkanın kişisel olarak Japonya’ya olan kini ve siyasi sebepler, etkili olmuştur.
Bir dahi daha dünyadan ayrılıyor
Aortik anevrizması rüptürü, dâhide görülen nadir hastalıklardan birisiydi. Vücutta bulunan en büyük damarlara Aort adı verilir ve bu damarlarda meydana gelen anormal genişlemeler, ölüme kadar yol açan durumlara neden olur.
65 yaşından büyük olan kişilerde, bu durumun görülmesi daha sık oluyor. Ayrıca sigara bağımlılığı olanlar da risk altında olanlardan.
Aort anevrizması, ilk olarak dâhide görüldüğünde, 1948 yıllarıydı. Dönemin ünlü doktorlarından Rudolph Nissen, Albert Einstein ’a cerrahi bir operasyon uyguladı ve sorunun kalıcı olarak tedavi edildiği sanılıyordu.
Ancak 1955 yılına gelindiğinde, sorun yeninden ortaya çıktı ve bu sefer Albert Einstein, iç kanama sonucu hayatını kaybetti.
İç kanama yaşamadan önce yakınındakiler onu, Princeton hastanesine yatırdılar. Ancak Albert Einstein, burada ikinci bir defa ameliyat masasına gitmeyi reddetti. Onun düşüncesine göre, hayatı yapay bir şekilde uzatmak anlamsızdır. Zaten bir gün herkes ölecekti.
76 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, hala çalışmaya devam ediyordu. Onun ölümünden sonra Thomas Stolz Harvey adlı doktor, gizlice beynini çıkararak aldı.
Zaten birçok kişi, dünyanın şimdiye kadar gördüğü bu en zeki insanın, nasıl bir beyin yapısına sahip olduğunu merak ediyordu.
Harvey, 1985 yılına kadar dâhinin beynini bir kavanozda saklamaya devam eder. Bu yıllarda ise California’da bulunan Berkeley Üniversitesinden Marian C. Diamond ile bağlantı kurar. Diamond, Albert Einstin ’ın beynini ayrıntılı bir şekilde inceler ve sonuçları 1985 yılında Experiemental Neurology dergisinde yayımlar.
Sonuçlar oldukça şaşırtıcıdır. Dâhinin beyninde bulunan Glia hücreleri, normal insanlardan iki kat daha fazladır.
Beyinde inceleme yapılırken, birçok insanın beyni ile karşılaştırılır. Albert Einstein beyni, diğer insanlarınkinden yapısal olarak farklı değildir. Yani hacim ve görünüş olarak aynıdır. Ancak Glia hücreleri, normalden daha fazladır ve dâhinin bu kadar zeki olmasının cevabı da bu hücrelerde gizlidir. En azından, önde gelen bilim adamları, bu şekilde açıklama yapıyorlar.
Albert Einstein ’ın ölümünden sonra birçok teorisi, deneysel olarak kanıtlandı. Bunlardan en önemlisi, özel ve genel görelilik kuramlarıdır.
Hayatı boyunca yaşadığı evlilikleri, sıkıntıları, başarıları ve başarısızlıkları ile hala hatırladığımız en önemli kişilerden bir tanesidir.
Albert Einstein, savaşa karşıydı ve atom bombasının yapılmasına katkı sağlamak istemedi. Onun bu görüşünde ne kadar haklı olduğunu, Japonya’nın iki kentine atılan atom bombalarının neden olduğu felaketten anlayabiliyoruz.
Kendi döneminde olan mevcut eğitim sisteminin yanlış olduğuna dikkati çekti. Bugün görüyoruz ki eğitim sistemi ne kadar katı ve disiplinli olursa, öğrenmek de o kadar zorlaşıyor. Dâhinin bize kattığı en önemli değerlerden bir tanesi de, beyin fırtınası adı verilen düşünme biçiminin ilk tohumlarıdır.
Düşünceye oldukça önem veren dahi, bir konuşmasında diğer insanlardan zeki olmadığını düşündüğünü, yalnızca daha sık hayal kurduğunu söylemiştir. Hayal gücüne inanırdı ve kendisine bir metot belirlemiştir.
Albert Einstein düzenli olarak hayal kurardı ve teorilerini bu yolla geliştirirdi.